Buddhizm

Cainizm gibi M.Ö. VI. yüzyılda çıkmış olan Buddhizm de dünyada çok önemli bir rol oynamış ve oynamaktadır.

Bu dinin kutsal metinlerine Tripitaka, bir Orta Hint dili olan Pali dilinde de Tipitaka (Üç Sepet) denir. Sepetlerin birincisinde keşişlik kuralları, ikincisinde kurtuluş çareleri, üçüncüsünde felsefi ve özellikle psikolojik görüşler vardır. Cataka ve Avadana edebiyatı ile Buddhist kutsal metinleri bir hayli kabarık durur. Hind uzmanı Alman Max Müller’e göre Buddhizm kutsal kitapların en kalınına sahiptir.

Buddhizmin diğer birçok dinden ayrılan yönü, sosyal çevrenin geleneklerine karşı çıkan kurucusunun kendi hayat tecrübeleriyle bu dini ve felsefi yolu bulmuş olmasıdır.

Siddharta Gautama Buddha, aslında Şakya kralının oğlu; yani bir prensti. Fakat daha önce yaşadığı çok zengin ve şaşaalı hayata rağmen o, gerçeğin bunlarda olmadığım sezmişti. Olgun bir yaşa geldiğinde sarayından kaçıp bir keşiş oldu. Aşırı perhiz ve riyazet uyguladıysa da, bu usullerin insanı kurtuluşa ve mutluluğa götürmediğini anladı. Daha önceden de zevk ve sefa içinde zengin bir yaşamı tatmış, fakat onun da bir işe yaramadığını, insanı kurtuluş ve mutluluğa eriştirmediğini görmüş olduğundan, insan için en doğrusunun aşırılıklar arasında bulunan bir “Orta Yol” un izleyicisi olmak olduğuna karar vermişti,

Otuzaltı yaşına geldiğinde kendi dünyasında derin düşüncelere dalarak gerçeği aramaya devam etti. Ve nihayet bir aya yakın bir zaman sonra Bodhgaya (bilgi ağacı) ağacının dibinde gerçeği kavrayarak, aydınlandı. Bu nedenle kendisine “uyanmış, aydınlanmış” anlamında Buddha denmiştir. Ayrıca hürmet edilecek kişi anlamında Arhat, cehaleti yenmiş kişi anlamında da Vira veya Cina denilmiştir.

Bundan sonra çeşitli yerlerde vaazlar vererek öğretisini yaymaya ve erdem çarkı anlamına gelen, Buddhist tabiriyle, Dharmaçakra’yı döndürmeye başladı.

Buddhist metinlerde Buddha’nın uzun öğretim yıllarına ait birçok olay ve anılar nakledilir. Onun doğumu ve yaşamı hakkında çeşitli efsaneler anlatılır, Buddha ve onun müritleri zengin-fakir, soylu-soysuz ayırt etmeksizin herkese öğretilerini yaymışlardı.

Seksen yaşına geldiğinde Nirvana’ya girmek üzere Kuşinagara şehrinin yakınında bir ağacın altında, inananlarının arasında ölmüştür, ölmeden önce kendisi için gözyaşı dökmekte olan kuzeni ve en yakın müridi Ananda’ya şöyle der:

Ey Ananda, böyle aglayıp sızlama, umutsuzluğa kaptırma kendini. Sana daha önce de demedim mi? insanın sevdiği her şeyden, hayran olduğu her şeyden, bütün bunlardan ayrılması, yoksun kalması, sıyrılması gerektir. Doğan, yaratılan, elle yapılan, dolayısıyla geçici olan her şeyin yok olmaması mümkün müdür, ey Ananda? Mümkün değildir bu?

Müridlerine son olarak “yılmadan savaşınız” dedikten sonra Buddha ölür. Bilim adamları genellikle Buddha’nin tarihi bir şahsiyet olduğunda fikir birliği içindedirler.

Buddha ölüm döşeğinde Ananda’ya şöyle demişti: “Ben ölünce size benim öğretilerim hocalık edecektir.

Bu öğreti her şeyden önce kişinin her konuyu serbestçe incelemesi serbestçe denemesi esasına dayanmaktadır, ve sırf bu noktadandır ki, bütün öteki dinsel doktrinlerden ayrılmaktadır. Buddha şöyle diyor; “Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye inanmayınız, birkaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın… Sırf hocalarınızın ya da rahiplerin otoritesine dayanıyor diye hiçbir şeye inanmayın. Ancak bizzat hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul ettiğiniz, kendinizin ve başkalarının hayrına olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara uydurun.

Kişisel akla olan bu inanç o kadar kesin olarak belirtilmiştir ki Buddhizm ilk ağızda bir din değil, bir felsefe sanılabilir. Bununla beraber o, yine de bir dindir. Çünkü amacı kesinlikle soğuk bir gerçeği bulmak değildir. Amacı insanları ya da onların ruhlarını kurtuluşa erdirmektir.

Buddha’nın bütün öğretisini içinde özetleyen dört gerçek şudur:

a- Hayat ıstıraptır
b- Bu ıstırabın sebepleri vardır
c- Istırap yok edilebilir
d- Bu yok edişin bir yolu vardır

Buddha diyor ki: “işte ey keşişler, ızdırap hakkındaki kutsal gerçek: Doğum ızdıraptır, yaşlılık ızdıraptır, hastalık ızdıraptır, ölüm ızdıraptır, sevilmeyenle birleşmek ızdıraptır, sevilenden ayrılmak ızdıraptır, arzunun gerçekleşmemesi ızdıraptır, bizi kendine bağlayan bütün nesneler ızdıraptır.

Buddhistler daha evvelden var olan ruhgöçü inancını korumaya devam ettiler. Buna göre, ızdırap dolu bir halin gerisinde ve ilerisinde sonsuz bir ızdırap geçmişiyle engin bir ızdırap geleceği uzanıp gitmektedir. Buddha bunu şöyle ifade etmektedir:

Ne dersiniz ey müridlerim, dört büyük okyanustaki su mu daha çoktur, yoksa dökülen ve sizin de döktüğünüz gözyaşları mı? O gözyaşlarını sizler rastgele, avare avare dolaştığınız o uzun yolculuğu yaparken döktünüz. Nefret ettiğiniz nesneden nasibiniz var, sevdiğiniz nesneden nasibiniz yok diye sağlayıp inlerken döktünüz bu yaşları… Bir ananın ölümü, bir babanın ölümü, bir kardeşle kızkardeşin ölümü, bir oğulun ölümü, bir kızın ölümü, hısımların ölümü, malın mülkün kaybolması… Uzun çağlar boyunca bütün bu acılara uğradınız siz. Ve siz çağlar boyunca bu imtahanları geçirirken, dört büyük okyanusta olduğundan daha fazla gözyaşı döküldü.

Evrensel ızdırap varlıkların, nesnelerin, duyguların devamlı olmayışından ileri gelmektedir. Herşey geçicidir; insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur. Buddhizm’in Brahmanik doktrinlerin çoğundan, özellikle Upanishadlardaki Brahmanizmden ayrıldığı nokta işte budur: Ne madde “dünyasında, ne de ruh dünyasında devamlı hiçbir şey yoktur. Kainat yoktur, öz yoktur, öz-ruh yoktur. Ancak haller vardır ki bunların şartları kendilerinden öncekiler tarafından meydana getirilir. Bu haller geçici olarak bir araya gelip yalan ve boş bir kainat, yalan ve boş bir “ben” yaratırlar.

Buddha diyor ki: “Ey keşişler, işte ıztırabın kökü hakkındaki kutsal hakikat: Hayata susamışlıktır ki insanı yeniden doğuşun birinden ötekine götürür. Bunun yanısıra da zevkle, zevkini şurada burada bulan hırs vardır: Zevke susamışlık, yaşamaya susamışlık, devamlı olmayışa susamışlık gibi.

Buradan anlaşıldığına göre, varlığı yaratan arzudur. Varolma arzumuz bizi varlığa bağlar; hayata olan susamışlığımız bizi ölümden sonra dahi yaşatır, bir başka bedene sokar ve yeniden ızdırap çekmemize yol açar. Yahut da arzu yüzünden, insanın dış görünüşünü oluşturan sürekli durumlar birbirlerini kendi içlerine çekerler ve ölümden sonra dahi birbirlerini çekmeye devam ederler.

O halde bu durumdan nasıl kurtulmalıyız? Buddha diyor ki: “işte ey keşişler, ızdırabın yok edilmesi, yaşama olan susamışlığın söndürülmesi ancak bu arzuyu uzaklaştırarak, bundan vazgeçip sıyrılarak, buna yer bırakmayarak mümkün olur.

Böylece insanın yönelmesi gereken amaç, insanı dış nesnelere ve dünyaya bağlayan arzunun yok edilmesidir. Bencilliği ve bireyselliği kaybolduğu zaman insan nirvana’ya ulaşmış demektir.

Nirvana, arzunun yokolması, hıncın yokolması, doğru yoldan ayrılmanın yokolmasıdır. Bu, dört kutsal gerçeğin cahili olmanın sona ermesidir, o cahillik ki yaşamağa olan bağlılığın kökünü teşkil eder. Nirvana bireysel varlığın yokoluşudur, nirvana kurtuluş durumudur.

İnsanın tekrar tekrar doğuştan kurtulamamasına neden olan Neden-Sonuç zincirini, 12 halkalı zincir olarak, şöyle sıralarlar;

1- Bilgisizlik (Avidya)
2- Eylem (Samskara)
3- Bilinç (vicnana)
4- Ad ve Biçim (Nama-rupa)
5- Altı duyu ( Şadayatana)
6- Dokunma (Sparşa)
7- Duyuş (Vedana)
8- İstek (Trşna)
9- Varlığa bağlanma (Upadana)
10- Var olma (Bhava)
11- Doğum (Cati)
12- Ölüm (Cara-Marana)

Izdırabın yokedilmesine götüren yolla ilgili gerçek dte sekiz basamaklı bir yoldur:
1- Gerçek Bilgi
2- Dürüst Niyet
3- Doğru Söz
4- Dürüst Hareket
5- Dürüst Kazanç
6- Dürüst Çaba
7- Doğru Fikir
8- Doğru düşünüp-taşınma

Buddhizm’de doğruyu ve eğriyi gösteren bir ahlak bulmak mümkündür. Şu beş esas, öğretinin ahlaki yönünü gösterir:

1- Öldürmemek (Hayvanlar ve böcekler dahil hiçbir canlıya kıymamak)
2- Başkasının malını almamak,
5- Başkasının karısına (ve kocasına) itibar etmemek,
4- Yalan söylememek,
5- Sarhoş edici içki içmemek

Ayrıca Buddhizm’de başkalarını bağışlamanın büyük önemi vardır. Buddha bu ödevi çok heyecan verici bir formülle ifade etmiştir; “Hınca hınçla cevap verilirse, hınç ortadan kalkar mı?

Buddhizm kast ve sınıf ayrılıklarına olduğu kadar, ırk ve milliyet ayrılıklarına da kayıtsız kalmaktadır. Bu bakımdan evrenseldir. Buddhizm’e göre, günün birinde bütün dünyalardaki bütün varlıklar ve en ufak toz zerreleri dahi Nirvana’ya ulaşacaklardır.

Buddha, ölümünden sonra haksız yere tanrılaştırılmış ve onun birçok yerde heykelleri yapılmış ve kendisine tapınılmıştır ki bu toplumsal bir hatadır. Çünkü Buddha gerçeği araştıran bir insandır ve kendisini hiçbir zaman tanrılaştırmamıştır.

Üstadın ölümünün ardından Hindistan’a yayılan Buddhizm, MÖ.III. yüzyılda kral Aşoka tarafından desteklendi. Buddhizmin etkisi yayıldıkça savaşın, ölüm cezasının, baskı ve işkencenin, ölümlü büyük av partilerinin kaybolduğu, insanlar hatta hayvanlar için hastanelerin yapıldığı görüldü,

Fakat Brahmanlar kendi ayrıcalıklarını yokeden bu akım ile şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı. Nitekim Buddhizm M.S.VII.yüzyıla doğru çökmeye başladı. XII. yüzyılda da Hindistan’dan kovuldu.

Fakat, Asya’nın daha önce yayılmış olduğu bölgelerinde, yani Seylan, Birmanya, Siyam, Kamboc, Türkistan, Tibet, Çin, Kore ve Japonya’da bu din hala yaşamaktadır.

Buddhizm’in Orta Asya havalisinde yayılmış ve Sanskrit dilinde metinlerin çoğunluğu teşkil ettiği koluna Mahayana ve Pali dili ile yazılmış, Seylan ve Güney Asya’da yayılmış olan koluna Hinayana denmiştir. Birinci mezhep çok insanı kurtarmayı, ikincisi ise tek kişinin kurtarılmasını amaç edinmiştir. Onun için birinciye Büyük Gemi, ikinciye ise Küçük Gemi denmiştir. Buddhizmi kabul eden Uygur Türkleri ise bunlara Ulu Gönül ve Küçük Gönül (Ulug Könülgü, Kiçik Könülgü) adlarını vermişlerdi.

Hinayana (Theravada)’daki Arhat ülküsüne, yani mümkün olduğu kadar çabuk Nirvana’ya girip kendi kişisel kurtuluşunu sağlayan azize karşılık, Mahayana Boddhisattava, yani gelecekteki Buddha ülküsünü ileri sürmektedir ki bu, öteki insanları kurtuluşa ulaştırmak için yeryüzünde kalmakta ve Nirvana’ya girişini geri bırakmaktır.

Buddhizm’in Hindiçini’nde ortaya çıkmış türüne Kaodaizm, Tibet’te bir takım acaip Totemik ve Animist anlayışlarla karışmış olan türüne ise Lamaizm denmektedir.

Buddhist metafiziğin incelikleri arasında derin bir psikolojik ve ahlaksal gerçeği görmek mümkündür: Bu da insanın ızdırabının, hayata olan bağlılığından bencilliğinden ileri geldiğidir.

Ve dünyada hiçbir doktrin her canlıya saygıyı, tatlı muameleyi, merhameti, hakaretlerin bağışlanmasını ve özveriyi Buddhizm kadar dokunaklı sözlerle öğütlemiş değildir.